İbn-i Teymiye’ye Yapılan Saldırılar Üzerine Notlar – Murat Gezenler

08/05/2009 at 3:56 pm (Muasır Meseleler) (, , , , , , , , , )

 

İnsanların bir kısmını sadece ilim sebebi ile diğerlerine üstün kılan rabbimize hamd olsun. “Her Müslüman erkek ve Müslüman kadına ilim öğrenmek vaciptir” diye buyuran son Rasul ve Nebi’ye, O’nun seçkin sahabilerine ve ailesine salât ve selam olsun.

Elinizdeki bu kısa ve muhtasar çalışma aslen bir İbn-i Teymiye savunması yapma adına kaleme alınmamıştır. Zira tarih boyunca kendisine ve fikirlerine bir çok konuda haklı ya da haksız eletiriler getirilen ve saldırılan bir şahsiyeti kısa bir makale sınırları dahilinde savunmak pek mümkün olmasa gerek. Bununla birlikte bizim bu çalışmamızın asıl hedefi özelikle “Ahbaşlar” olarak tanınan belirli bir gurubun ve tabiilerinin İbn-i Teymiye hakkında bütünüyle adalet sınırlarını aşan iddialarını iptal etmek ve böylelikle Allah’ın dini adına kendisinden bugüne kadar oldukça faydalandığız Şeyhul İslam İbn-i Teymiye’ye şükranlarımızı sunmaktır.

Ahbaşlar olarak tanınan bu taifenin İbn-i Teymiye’ye yönelik saldırılarında metotlarını iki şekilde gruplandırmak mümkündür. Bunlardan ilki Şeyhu’l İslam’ın akîdesine yöneliktir ki bizim yazımızın konusu yukarıda da değindiğimiz gibi bunları savunmak değildir.

İbn-i Teymiye’ye yönelik saldırılan ikinci şeklini ise tarih boyunca yaşamış muhaddis ve fakihlerden yapılan nakiller oluşturmaktadır. Ahbaş cemaati bir çok alimden İbn-i Teymiye aleyhinde sözler naklederek O’nun akıdesinin ve menhecinin batıl olduğunu ortaya koymaya çalışmaktadırlar. Ki bunda da başarılı olmaktadırlar. Zira Türkiye’de olduğu gibi ilmin bütünüyle yok olduğu, kişilerin tahkikli bir şekilde ilmi kaynaklara başvurmadığı bir dönemde yüzlerce alimden, bir kişinin sapkın olduğuna dair yapılan nakiller elbette ses getirecektir. Zira kim olsa hakkında birçok muhaddisin ve fakihin olumsuz ifadeler kullandığı bir şahsiyetten şüphe duyar. Ancak burada kanaatimce gözden kaçırılan husus olaya olduğu gibi adaletsizce yaklaşılması, bir kavme olan düşmanlığın adaletsiz bir şekilde hareket etmeye sürüklemesidir ki bu bizzat Rabbimiz tarafından yasaklanmış bir tutumdur:

“Bir topluluğa olan kininiz, sakın sizi haddi aşmaya sürüklemesin” (5, Maide/2)

Hafız İbn-i Hacer’in İbn-i Teymiye’ye Taan Ettiği İddiası Üzerine

  Adalet ilkesine zerre kadar bağlı kalmamakta büyük direnç gösteren Ahbaş cemaatinin İbn-i Teymiye hakkında söze başladıkları zaman ilk öne sürdükleri iddia Hafız İbn-i Hacer’in, Şeyhul İslam İbn-i Teymiye’nin akîdesinin bozuk, görüşlerinin sapkın olduğu yönünde sözlerini nakletmeleridir. Ancak işin aslı onların bu iddialarının bütünüyle yalan ve iftira olduğu yönündedir. Kendisi hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığım bir zevat “Bera’atü’l-Eş’ariyyin min Akaidi’l-Muhâlifin” isimli bir kitap yazmış ve o kitapta bu iddiasını dile getirerek şöyle demiştir:

Hafız İbni Hacer el-Askalânî, Ed-duraru’l-Kâmine isimli kitabında, İbni Teymiyye’nin sahabenin büyükleriyle ilgili sözleri hakkında alimlerden bazı nakiller yapmaktadır:

“İbni Teymiyye Ömer ibnu’l-Hattab’a üç talak meselesinde ve Hazret-i Ali’ye de on yedi meselede Kur’anın nassına muhalefet etti diye isnadda bulunmuştur. Hazret-i Ebu Bekir ne dediğini (bilmeyen) yaşlı birisi olarak müslümanlığı kabul etti ama Hazret-i Ali çocukken İslamiyeti kabul edip bir kavle göre çocuğun İslamiyeti sahih değildir, demesi ve yine Hazret-i Ali hakkında, kendisi Ebu Cehil’in kızını istemiş ve ölünceye kadar onu severek unutmamıştır, demesi üzerine alimler ona münafıklığı isnad etmişlerdir. İbni Teymiyye Hazret-i Osman hakkında (Osman malı severdi) demiş ve (Peygamberden -aleyhisselam- istigasede bulunmazdı) dediği için ona zındıklık isnad etmişlerdir.”

Yazar İbn-i Hacer’in bu sözlerini kitabında zikretmiş ve ondan sonra herkes bu sözleri tekrar edip durmuştur. Ancak hiç kimse insaf üzere hareket etme adına bir adım atmamış ve bu iddianın doğruluk payını araştırmaya kalkışmamıştır. Ve bugün bu görev bize düşmüştür.

Öncelikle yazar tam bir şarlatanlık örneği göstererek yukarıda vermiş olduğu alıntıda aslen bu sözleri kimin söylediğini zikretmemiş bilakis sözleri nakledeni zikretmiştir. Ancak işin aslı bu sözler daha sağlığında iken İbn-i Teymiye’ye atılmış iftiralardan başka bir şey değildir. Ancak yazar “İbn-i Hacer bazı alimlerden naklediyor” diyerek tam bir şarlatanlık örneği sergilemiştir. Yazarın ifadelerini okuyan okuyucu hemen ümmet tarafından büyük kabul görmüş İbn-i Hacer’in nakline güvenecektir. Bir de İbn-i Hacer’in bazı alimlerden İbn-i Teymiye’nin sapkınlığını naklettiği düşünüldüğü takdirde artık o okuyucu için İbn-i Teymiye sapkın bir kişilik olmaktan öteye gitmeyecektir.

“Peki işin aslı nedir” sorusuna gelince… İşin aslı şudur: Hafız İbn-i Hacer el-Askalanî “Ed-Durerul Kamin…” isimli bir eser yazmıştır. Eserin konusu saklı hazinelerdir. İbn-i Hacer gerçekten değer addettiği bir çok alimin hayatını, eserlerini bu kitabın da ele almıştır. Haklarında uzun uzun bilgiler kaydetmiştir. Ve bu alimler içerisinde Şeyhul İslam İbn-i Teymiye’de vardır. Dikkat ederseniz kitabın ismi ile beraber İbn-i Hacer’in kitabında İbn-i Teymiye’den uzun uzun bahsetmesi bir arada düşünürseniz yukarıda bahsetmiş olduğumuz kitabın sahibinin ne derece bir yüzsüzlük yaptığı açığa çıkmaktadır. Aslen İbn-i Hacer el-Askalani “Saklı Hazineler” şeklinde yazdığı kitapta İbn-i Teymiye hakkında uzun uzun bilgiler verirken, hakkında oldukça övücü sözler sarfederken yazar bunu tersine çevirmiş, apaçık aydınlığı kendi karanlıklarıyla örtmeye çalışmıştır. Halbuki bakınız İbn-i Hacer Şeyhul İslam hakkında ne demektedir:

“En hayret edilecek hususlardan birisi de şudur: Bu adam Rafızî, Hulûlcüler, İttihatçılar gibi bid’at ehline karşı bütün insanlar arasında en ileri derecede duran bir kimse idi. Bu husustaki eserleri pekçok ve ünlüdür. Onlara dair verdiği fetvaların sınırı yoktur.”  

“Şeyhu’l-İslam İbn-i Teymiye kanaatlerini kabul edenin de, etmeyenin de çokça istifade ettiği bir kimsedir. Dört bir yana yayılmış eserlerin müellifi ünlü öğrencisi Şemsuddin İbn Kayyim el-Cevziyye dışında şayet İbn-i Teymiye’nin hiçbir eseri bulunmasaydı dahi, bu bile İbn Teymiyye’nin ne kadar yüksek bir konuma sahip olduğunu en ileri derecede ortaya koyardı. Durum böyle iken bir de gerek akli, gerek nakli ilimlerde Hanbeli mezhebine mensup ilim adamları şöyle dursun, çağdaşı olan Şafîi ve diğer mezheblere mensup ilim adamları akli ve nakli ilimlerde oldukça ileri ve benzersiz olduğuna da tanıklık etmişlerdir.” 

Yine aynı şekilde “Bera’atü’l-Eş’ariyyin min Akaidi’l-Muhâlifin” isimli eserin sahibi kitabında Hafız ibn-i Hacer’in İbn-i Teymiye’ye hadis konusunda güvenilmeyeceğini, onun ne söylediğini bilmediğini nakletmektedir. Ancak bu da yazarın bir önceki iddiası gibi boş ve batıl bir iddiadan başka bir şey değildir. Zira İbn-i Hacer İmam Buhari’nin sahihine yönelik yazmış olduğu “Fethul Bari” isimli eserinde 25 kere İbn-i Teymiye’den nakilde bulunmuş bunlardan sadece iki yerde İbn-i Teymiye’nin görüşlerini eleştirmiştir. Aslen Fethul Bari okunduğu zaman Hafız İbn-i Hacer’in özellikle hüccet makamında Şeyhul İslam İbn-i Teymiye’den nakillerde bulunduğu görülür. Örneğin yaratılışla ilgili bir konuda konuya dair uzun uzun açıklamalarda bulunduktan sonra tenbih diye bir bölüm açar ve bu bölümde birçok kaynakta geçen bir rivayetin aslının olmadığını söyler ve arkasından hemen “bu önemli bilgiyi İbn-i Teymiye kaydetmiştir” der. Ve özellikle burada İbn-i Teymiye’ye “Allame” sıfatını verir. Gerçekten de Şeyhul İslam İbn-i Teymiye Mecmuul Fetava isimli eserinde üç yerde Hafız İbn-i Hacer’in işaret ettiği bilgiyi kaydetmiştir. Kanaatimce bu Hafız İbn-i Hacer’in İbn-i Teymiye’nin eseri olan Mecmuul Fetava’ya ne derece önem verdiğini ortaya koymaktadır.

Fethul Bari’de dikkat çeken diğer bir husus Hafız İbn-i Hacer birçok yer de “ben derim ki” dedikten sonra hemen arkasından sanki kendisini İbn-i Teymiye ile delillendirirmişcesine “İbn-i Teymiye’de böyle der” demiştir. Örnek olarak Ensar ile Muhacirin kardeş kılınması hadisesini anlatan İbn-i Hacer alimlere ait uzun uzun bilgiler sunduktan sonra Muhacirlerin birbirileri ile kardeş kılınması noktasında “ben derim ki” diye söze başlamış ve hemen arkasından kendisine İbn-i Teymiye’den delil getirerek “Nitekim İbn-i Teymiye’de Muhtarade ki hadislerin Müstedrekte ki hadislerden daha kavi ve sağlam olduğunu söylemiştir” der.  

En dikkat çekici hususlardan bir tanesi ise Hafız İbn-i Hacer’in herhangi bir fıkhi konuda mezheplerin görüşlerini zikrederken “Hanefiler şöyle demiştir, Şafiler şöyle demiştir, İbn-i Teymiye’de şöyle demiştir” diyerek İbn-i Teymiye’yi mutlak bir müctehidmiş gibi anmasıdır. Örneğin boşanmanın ve ric’atin yapıldığı ay halinin akabinde ki temizlikte, hanımı boşamanın cevazı hususunda görüş ayrılıklarına değinirken Şafilerin, Hanefilerin, Malikilerin görüşünü getirdikten sonra “İbn-i Teymiye’de şöyle der” diyerek İbn-i Teymiye’yi müstakil olarak zikreder. Kendisi Şafi olmasına ve İbn-i Teymiye’nin görüşüne katılmamasına rağmen İbn-i Teymiye’ye eleştiri nitelikli tek bir kelime dahi kullanmaz. Yine sigar evliliği meselesinde büyük fakihlerin görüşünü zikrettikten sonra hemen arkasından “İbn-i Teymiye’de şöyle der” diyerek İbn-i Teymiye’ye ne kadar önem atfettiğini ortaya koyar.

İbn-i Hacer İbn-i Teymiye’ye muhalif olduğu konularda dahi Fethul Bari’de İbn-i Teymiye hakkında tek bir olumsuz söz sarfetmemiştir. Özellikle Rasulullah’ın kabrine ziyaret amacı ile yolculuğa çıkılması meselesinde sarfettiği tek söz “bu onun en çok tepki toplayan görüşüdür” şeklindedir. İbn-i Teymiye ile ayrı düştüğü sıfatlar meselesinde hiçbir şekilde İbn-i Teymiye’nin aleyhinde söz etmemiştir. Yine büyük ihtilafın yaşandığı ay halinde olan kadını boşamanın durumu meselesinde önce Nevevi’den zahirilerin görüşünü nakleder ve arkasından İbn-i Teymiye’nin ve İbn-i Kayyim el-Cevziyye’ninde bu görüşte olduklarını söyler ve onların sözlerini uzun uzun aktarır. İşin ilginç boyutu ise kendisi Şafi olmasına rağmen ne Zahiriler hakkında ne de İbn-i Teymiye ve İbn-i Kayyım hakkında tek bir olumsuz ifade kullanmaz. Sadece İbn-i Kayyım’in sözlerine itiraz kabilinden tek bir satırda “Merhum kanaatimce şu rivayeti görmedi” şeklinde bir itiraz getirir.

Bu nokta da vermek istediğimiz son bir örnek ise fakirliğin mi yoksa zenginliğin mi daha faziletli olduğu ihtilafıdır. Bu konuyu izah eden İbn-i Hacer önce alimlerin görüşlerini ele almış ve daha sonra “Ben de şunu ekliyorum” demiş ve hemen arkasından İbn-i Teymiye’de benim gibi düşünüyor dercesine “İbn-i Teymiye’de böyle diyor” diyerek konuyu bağlamıştır.

Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bu noktada sözü biraz uzatmamızın sebebi ise şu son günlerde birçok kimsenin ağzından “Hafız İbn-i Hacer bile İbn-i Teymiye’nin sapkın olduğunu söylüyor” şeklinde hiçbir ilmi geçerliliği olmayan sözler sarfetmeleridir. Yukarıda vermiş olduğumuz örnekler İbn-i Hacer’in İbn-i Teymiye’ye ne derece önem verdiği, O’nun kitaplarına ne derecede sahip çıktığı ve O’nun ilminden ne derecede istifade ettiğini göstermesi açısından kanaatimce yeterlidir.

Alimlerin İbn-i Teymiye Aleyhinde Sözleri

Ahbaşlar cemaatinin İbn-i Teymiye’ye saldırdıklarını yönelttikleri ikinci nokta ise bir çok alimin İbn-i Teymiye aleyhinde sözlerini nakletmeleridir. Özellikle bir liste yapmışlar ve bu listede İbn-i Teymiye’nin sapkın olduğunu iddia eden alimlerin isimlerini yazmışlardır. Listelerinde çoğu mechul, kim olduğu bilinmeyen kimselerin olması yanı sıra Necip Fazıl, Zahid el-Kevseri gibi İslam tarihinde hiçbir değeri olamayan kimselerinde ismi geçmektedir.

Burada Ahbaşların yaptığı büyük hata “alimlerin birbiri lehlerinde ve aleyhlerinde sözlerinin hiçbir ilmi değer taşımadığı” gerçeğinden bihaber olmalarıdır. Zira geçmiş dönemde yaşamış ve birçok esere imza atmış bir kimsenin ister istemez birçok seveni de olacaktır sevmeyeni de… Bu insanlığın tabiatında olan bir durumdur. Bugün dünyada her kesim tarafından sevilen ve hiç sevmeyeni bulunmayan kim vardır ki? Yine aynı şekilde herkes tarafından sevilmeyen ve hiç seveni bulunmayan kim olabilir? Tarihte en iğrenç insanların haklarında dahi birçok övücü söz bulmak mümkün iken bütünüyle mükemmel insanlar içinde aleyhlerinde birçok söz bulmak mümkündür. Buna çok basit bir örnek olması açısından Hatıb el-Bağdadi’nin Tarihini verebiliriz. Orada bir çok alim hakkında övücü ve yerici cümleleri bulmak mümkündür. Nitekim büyük İmam Ebu Hanife hakkında büyük alimlerden O’nun Deccal olduğu, hadisleri reddettiği, ilimden zerre kadar nasibi olmadığı yönünde sözler bulmak mümkün iken aynı şekilde O’nun büyük bir muhaddis olduğu yönünde de bir çok nakle şahit olmak mümkündür. Yine “şayet ehli kitap ile evlenmek caiz ise Hanefilerle de evlenmek caizdir” şeklinde büyük alimlere nispet edilen kavillerin olduğu “Teracim ve Tabakat” kitaplarından isteyenin istediği kimsenin lehinde ya da aleyhinde bir çok nakil bulması mümkündür.

Bu, İslam tarihinde özellikle mezhep çatışmalarının sebep olduğu bu durumdur. İmam Şafi’nin dahi hadisçiliğinin eleştirilmesi, İmam İbn-i Cerir et-Taberi gibi büyük bir müfessirin Ahmed bin Hanbel’i fakih olmamakla nitelendirmesi, bunun üzerine Hanbelilerin onu bir köye hapsetmeleri ve orada vefat etmesi sadece mezhep kavgasının ne boyutlara vardığını göstermesi açısından birkaç örnektir.

Burada anlatmak istediğimiz tarihte yaşamış kim olursa olsun herhangi bir şahsiyete sadece “şu şunu dedi, bu bunu dedi” şeklinde saldırmanın sadece ahmakların işi olduğudur. İslam alimleri bunun caiz olduğu tek durumun cerh ve tadil ilminde ravilere yönelik olduğunu belirtmişlerdir. Bu da genel olarak hıfz ve adalet noktasındadır.

Şayet bugün İbn-i Teymiye hakkında kötü söz serdeden alimlerden oluşan bir liste yayınlanıyorsa bunu yapanlara şunu hatırlatmak isteriz ki onların yayınladığı listenin en az 10 misli uzunluğunda İbn-i Teymiye’nin lehinde konuşan, onu övücü sözlerle vasıflandıran alimlerin isimlerinden oluşan bir liste hazırlamak mümkündür. Burada 10 misli derken abarttığımı düşünmenizi istemiyoruz. Zira bu abartı değil görünen bir gerçektir. İbn-i Kayyim el-Cevziyye, İbn-i Kesir, İmam Zehebi gibi büyük alimlerin üstadı olan İbn-i Teymiye hakkında böyle bir liste oluşturmak kanaatimizce pek zor olmasa gerek.

Burada İmam Zehebi ile ilgili yine aynı taife tarafından ortaya atılan bir iftiraya da değinmekte fayda vardır. Ahbaşlar İmam Zehebi’nin, hocası İbn-i Teymiye hakkında kötü sözler sarfettiğini İbn-i Teymiye’yi kibirli olmakla suçladığını ve ona nasihat ettiğini iddia ederler. Bu iddiaya karşı sadece Zehebi’nin İbn-i Teymiye hakkında söylediği şu sözler yeterlidir:

“İbn-i Teymiye benim gibi bir kimsenin onun niteliklerine dair söz söylemesinden çok daha büyüktür. Eğer Kâbe’de Hacer-i Esved’in bulunduğu rükün ile Makam-ı İbrahim arasında bana yemin ettirilecek olsa, hiç şüphesiz benim gözüm onun gibisini görmemiştir, diye yemin ederim. Allah’a yemin ederim bizzat kendisi bile ilim bakımından kendi benzerini görmüş değildir.”  

“Henüz buluğa ermeden Kur’an ve fıkıhı okudu, tartıştı, delilleriyle, görüşlerini ortaya koydu. Yirmi yaşlarında iken ilim ve tefsirde oldukça ileri dereceye ulaştı, fetva verdi ve ders okuttu. Pek çok eserler yazdı, daha hocaları hayatta iken büyük ilim adamları arasında sayılır oldu. Develere yük teşkil edecek kadar pek büyük eserler yazdı. Bu sırada onun yazdığı eserler belki dört bin defter, belki de daha fazla tutar. Cuma günlerinde seneler boyunca herhangi bir kitaba başvurmaya gerek görmeksizin yüce Allah’ın kitabını tefsir etti. Fışkıran bir zeka idi, pek çok hadis dinlemiştir. Kendilerinden ilim bellediği hocalarının sayısı iki yüzü aşkındır. Tefsire dair bilgisi en ileri noktadadır. Hadis, hadis ravileri (Ricâli), hadisin sahih olup olmamasına dair bilgisine hiçbir kimse ulaşamaz. Fıkhı, nakli -dört mezheb imamının da ötesinde- ashab ve tabîin’in görüşleri eşsizdi. Mezheb ve fırkalara dair, usul ve kelâma dair bilgisine gelince, bu hususta onun seviyesinde bir kimse bilmiyorum. Dile dair geniş bir bilgisi vardı, Arapçası oldukça güçlü idi. Tarih ve siyere dair bilgisi şaşırtıcı idi. Kahramanlık, cihad ve atılganlığı ise nitelendirilemeyecek kadar, anlatılamayacak kadar ileri idi. Örnek gösterilecek derecede çok cömert idi. Yemekte ve içmekte az ile yetinir, zühd ve kanaat sahibi bir kimse idi.” 

İmam Zehebi bu sözlerini en meşhur kitabı olan “Siyer-u A’lami’n-Nubelâ” eserinde kaydetmiştir.

Alimlerin İbn-i Teymiye Hakkında Sözleri

Burada sadece birkaç alimden İmam İbn-i Teymiye hakkında söyledikleri sözü nakletmek istiyoruz. Aslen biz yukarıda da söylediğimiz gibi bir alim hakkında övücü ya da yerici nitelikte sözlerin ilmi bir değer taşımadığına inanıyoruz. Ancak birkaç tane de olsa İbn-i Teymiye hakkında söz sarfeden alimlerden örnek vermemiz yerinde olacaktır

 “Tabakatu’ş Şafîiyye el-Kübrâ” adlı eserin müellifi Tacu’d-Din’in babası Takıyu’d-Din es-Subkî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- şunları söylemektedir:  

“Aklî ve şer’î ilimlerdeki geniş bilgisi, üstün kadri ve kaynayıp coşan denizi andıran hali ile ileri zekası, içtihadı ile bütün bu alanlarda anlatılamayacak ileri dereceye ulaşmıştı. Bana göre o bütün bunlardan daha büyük, daha üstündür. Bununla birlikte yüce Allah ona zühd, vera, dindarlık, hakka yardımcı olmak, hakkı yerine getirmek gibi özellikleri vermişti; bütün bunları da yalnızca Allah için yapardı. Bu hususta selef-i salihin izlediği yolu izlerdi. Bu konuda çok büyük bir pay sahibi idi. Bu dönemde hatta uzun dönemlerden beri onun benzeri görülmüş değildir.” 

Muhammed b. Abdi’l-Berr eş-Şafîi es-Sübkî (v. 777)’de şunları söylemektedir: “İbni Teymiyye’ye cahil bir kimse ile yanlış kanaat ve görüşlere sahib bir kimseden başkası buğzetmez. Cahil bir kimse ne söylediğini bilmez, yanlış kanaat sahibi kimseyi ise sahib olduğu yanlış kanaat onu bilip tanıdıktan sonra hakkı söylemekten alıkoyar.” 

Hasımlarından birisi olan Kemalu’d-Din b. ez-Zemelkanî eş-Şafîi (v. 727) Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye hakkında şunları söylemektedir: 

“Herhangi bir ilim dalına dair kendisine soru sorulacak olursa, onu gören ve onu dinleyen bir kimse, onun bu ilim dalından başka bir şey bilmediğini zanneder ve bu seviyede kimsenin o ilmi bilmediğine hükmederdi. Diğer mezheblere mensub fukaha onunla birlikte oturduklarında kendi mezhebleri ile ilgili olarak daha önceden bilmedikleri şeyleri ondan öğrenirlerdi. Herhangi bir kimse ile tartışıp da hasmı tarafından susturulduğu bilinmemektedir. İster şer’î ilimler olsun, ister başkaları olsun herhangi bir ilim hakkında söz söyledi mi mutlaka o ilim dalının uzmanlarından ve o ilmi bilmekle tanınanlardan üstün olduğu ortaya çıkardı. Beşyüz yıldan bu yana ondan daha ileri derecede hadis hıfzetmiş kimse görülmüş değildir.” 

Mâlikî ve (sonraları) Şafîi mezhebine mensub İbn Dakîk el-Iyd (v. 702 h.) onun hakkında şöyle demektedir: “İbn Teymiyye ile bir araya geldiğimde bütün ilimlerin onun gözü önünde bulunduğunu, bu ilimlerden istediğini alıp, istediğini bırakan bir kişi olduğunu gördüm.”   

Aslen İşbilyeli, Dımaşk’lı (v. 738 h.) el-Birzâlî Ebu Muhammed el-Kasım b. Muhammed, İbn Teymiyye hakkında şunları söylemektedir: 

“Hiçbir hususta arkasından yetişilemeyecek bir imamdı. İçtihad mertebesine ulaşmış ve müçtehidlerin şartları kendisinde toplanmıştı. Tefsirden söz etti mi aşırı derecedeki ezberleri dolayısıyla, güzel sunması ile herbir görüşe tercih zayıflık ve çürütmek gibi layık olduğu hükmü vermesiyle ve herbir ilme dalabildiğine dalması ile insanları hayrete düşürürdü. Huzurunda bulunanlar onun bu haline şaşırırlardı. Bununla birlikte o zühd, ibadet, yüce Allah’a yönelmek, dünya esbabından uzak kalıp, insanları yüce Allah’a davet etmeye de kendisini büsbütün vermiş bir kimse idi.” 

Şafîi mezhebine mensub Dımaşk’lı ve Tehzibu’l-Kemâl adlı eserin sahibi Ebu Haccac el-Mizzî de (v. 742 h.) Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye hakkında şunları söylemektedir: “Onun benzerini görmedim, kendisi de kendi benzerini görmüş değildir. Allah’ın kitabı ve Rasûlünün sünneti hakkında ondan daha bilgilisini, her ikisine ondan daha çok tabi olanı görmüş değilim.” Bir seferinde de şöyle demiştir: “Dörtyüz yıldan bu yana onun benzeri görülmemiştir.” 

 “Umdetu’l-Karî Şerhu Sahihi’l-Buharî adlı eserin müellifi Halefî Bedru’d-Din el-Aynî (v. 855 h.) Şeyhu’l-İslam hakkında şunları söylemektedir: “O, faziletli, maharetli, takvâlı, tertemiz, vera’ sahibi, hadis ve tefsir ilimlerinin süvarisi, fıkıh ve hadis usulü ve fıkıh usulü ilimlerinde gerek anlatımı ve gerek yazımı itibariyle ileri derecede idi. Bid’atçilere karşı çekilmiş yalın kılıçtı. Dinin emirlerini uygulayan büyük ilim adamı, marufu çokça emreden, münkerden çokça alıkoyandı. Son derece gayretli, kahraman ve korku ve dehşete düşüren yerlerde atılgan, çokça zikreden, oruç tutan, namaz kılan, ibadet eden bir kimse idi. Geçiminde kanaatkarlığı seçmiş, fazlasını istemeyen bir kimse idi. Oldukça güzel ve üstün şekilde sözlerine bağlı kalır, çok güzel ve değerli işleriyle vaktini değerlendirirdi. Bununla birlikte aşağılık dünyalıktan da uzak kalırdı. Meşhur, kabul görmüş ve tenkid edilebilecek bir kusuru bulunmayan, nihaî sözü

 “Uyûnu’l-Eser fi’l-Meğâzîl ve’ş-Şemaili ve’s-Siyer” adlı eserin müellifi olan İbn Seyyidi’n-Nas (v. 734 h.) hakkında şunları söylemektedir: 

“Ben onu bütün ilimlerde pay sahibi gördüm. Nerdeyse sünnete dair bütün rivayetleri ezberlemişti. Tefsire dair söz söyledi mi bu işin sancağını yüklenmiş olduğu görülürdü. Fıkha dair fetva verdi mi en ileri noktaya ulaşmış olduğu, hadise dair konuştu mu hadis ilim ve rivayetinde oldukça ehil olduğu, mezheb ve fırkalar hakkında konuştu mu bu hususta ondan daha etraflı bilgi sahibi kimsenin görülemediği, onun ilerisinde bu hususların kimse tarafından idrâk edilemediği anlaşılırdı. Kısacası bütün ilim dallarında akranlarından ileri idi. Onu gören hiçbir göz onun benzerini görmemiştir. Hatta kendisi bile kendisi gibisini görmüş değildir.” 

Burada bu kısa yazımızı adaletsizce İbn-i Teymiye’ye saldıran, onu yeren ve kötüleyen Ahbaşlar cemaatine Bedruddin Ayni ve Abdulber es-Subki’nin şu sözlerini hediye ederek bitiriyoruz…

Bedruddin el-Ayni der ki: “Ona dil uzatan kimse ancak gülleri koklamakla birlikte hemen ölen pislik böceği gibidir. Gözünün zayıflığı dolayısıyla ışık parıltısından rahatsız olan yarasaya benzer. Ona dil uzatanların tenkid edebilme özellikleri de yoktur, ışık saçıcı, dikkate değer düşünceleri de yoktur. Bunlar önemsiz şahsiyetlerdir. Bunlar arasından onu tekfir edenlerin ise ilim adamı olarak kimlikleri belirsizdir, adları, sanları yoktur.”

Abdulber es-Subki ise İbn-i Teymiye’ye saldıranlar hakkında şöyle der: “”İbni Teymiyye’ye cahil bir kimse ile yanlış kanaat ve görüşlere sahib bir kimseden başkası buğzetmez. Cahil bir kimse ne söylediğini bilmez, yanlış kanaat sahibi kimseyi ise sahib olduğu yanlış kanaat onu bilip tanıdıktan sonra hakkı söylemekten alıkoyar.” 

Hiç şüphesiz hamd başında ve sonunda alemlerin rabbi Allah’a özgüdür.

 

 

YORUMLAR

 

SLF_71

Kardeş

***

Offline Offline

Mesaj Sayısı: 81

Üye ID:713

Nerden:

 

E-Posta Özel Mesaj (Offline)

 Ynt: İbn-i Teymiye’ye Yapılan Saldırılar Üzerine Notlar=>Murat Gezenler

 

 

 


sa   

Verdiginiz bu bilgiler icin Allah sizden razi olsun.

kendilerine””Tahifetul-ahbas diyen””kendilerini abdullah el hariri el habesiye”” kendisi daha yeni mefta oldu gitti”” intisab eden bu güruha karsi sizden ricamiz olurki; ilk firsatta reddiye niteliginde musdakil bir eser ele almanizdir!!.zira bu güruh özellikle yurt disindaki muvahhidlere karsi fazlaca azgin ve pervasizca sözlü saldirilarda bulunuyor.Hatta tevhidin anlatildigi toplanti salonlari önünde tevhide daveti sabotaj icin; gelen davetlilerin kafalarini karistirici yada bir ön yargi olusturucu sözler ediyorlar.ZIRA BIZIM MILLETIN SUUR ALTINDA,ZIHNINDE VAHHABI KELIMESINE KARSI OLUMSUZ VE HATTA OLDUKCA KÖTÜ BIR ÖN YARGI VE PESIN HÜKÜM VARDIR REAKSIYONLARIDA BU DOGRULTUDADIR GENELDE.Muvahhid davetciler neredeyse davetin tamamini ayet ve hadisin üzerine bina ederken,yani ne ibn teymiye ne m.abdul vahhabin ismini kolay kolay anmaz iken bunlar hemen lafa atlayip bunlar vahhabi diyor.Ortada kendilerini islamdan ve onun peygamberinden baskasina nisbet eden olmadigi halde.

Bu güruh ki, sizede malumdur; enterasan bir güruhdur TASAVVUFCUDURLAR,SOFIDIRLER,TEKFIRCIDIRLER,KELAMCIDIRLAR,AYET VE HADIS OKUMAZ DEGILLERDIR.alisa gelmedik sapikliklari olan bir güruhdur cogu kisinin bilmedigi!!ama sayilari ve isimleri hizla yayilan bir güruh.

Bu kimselerle olan kücük bir mulahazami burada paylasmak istiyorum.ins…

ahbas-i diyorki; 
Allah zamandan ve mekandan münezzehtir.

slf-71 diyorki;
bu ayetmidir hadismidir ?

ahbas-i nin biri lafa zipliyip söyle diyor;
hadis lerde gectigini biliyorum arkadaslar insaallah daha detaili bilgi verirler.

forumun kalifiye elemani arkadasinin sesine kulak verip detayli bilgi veriyor ve diyorki;

Allâh’ın zaman ve mekandan münezzeh olduğuna işaret eden, delalet eden ayet ve hadisler vardır. Mana itibariyle buna işaret ederler. Ancak klafız olarak ayette veya hadiste geçmez.

Fakat Allâh’ın mekandan ve ğzerinden zamanın geçmesinden münezzeh olduğu icmadır, yani bütün İslam alimlerinin icmaıdır.

Bunun icma olduğunu, büyük alim imam Ebu Mansur el-Bağdadî (ki kendisi imam Beyhaki’nin hocasıdır) “El-Farku beyne’l firak” (fırkalar arasındaki farklar) adlı kitabında bildirmiştir.

SLF-71 temsilen diyorki;
cocuk babasina sordu; baba zamandan ve mekandan münezzeh ne demektir?   simdi baba cevaben ne demeli ?.

ahbas-i cevapliyor;
İlk olarak şunu ifade etmek gerekir ki; Allâh’ın hiç bir mekanı yoktur. Yani Allâh ne yukarıda, ne aşağıda ne sağda ne solda ne önümüzde ne de arkamızdadır. Bir de kesinlikle haşa şöyle demeyiz “Allâh’ın mekanı vardır fakat sadece O bilir, biz bilemeyiz.” Böyle demek insanı Dinden çıkarır.

bir baska ahbas-i kardesine destek mahiyetinde diyorki;
Kişi Allah Nerede Diye Sorar Ise Karşısındaki Kişi Bilmiyorum Der Ise ; Bilmiyorum Diyen Kişide Küfre Düşer. çünkü Bilmiyorum Diyen Kişi Allah Bir Yerde Gibiymiş Gibi Ama Nerde Olduğunu Bilmiyormuş Gibi Cevap Vermiş Olur.

SLF-71 diyorki;
su ayetler hakkinda ne diyorsunuz ?; Rahman ars,a istiva etti,gökte olanin üzerinize….,üzerlerinde rablerinden….

ahbas-i cevap veriyor;
ALLAH ars,a istiva etmemistir.Bu Allaha mekan tayin etmektir kim Allahin ars,in üzerinde olduguna inanirsa kafir olur. keza kim Allahin eli var derse,ayagi,avucu,parmagi var derse kafir olur.cünkü böyle diyen kisi Allaha cismaniyet vasfi yüklemis ve yaratani yaratilana benzetmis olur.Allah ise yarattiklarina benzemez.Allahin sifatlarini ve mutesabih ayetlerini ona yakisir sekilde tevil etmek gereklidir aksi kisiyi küfre sokar ve kafir yapar.

slf-71 diyorki;
O zaman bizler kur an okurken;Allahin ars,a istiva ettigi ayetleri, Allahin eli,ayagi yada yüzü veya avucu ,n dan bahis eden ayetleri pasmi gececegiz ? zira kur anda Allahin elinden bahis ediyor.ne olacak simdi  ben Rahman ars,a istiva etti yada Allahin eli var dersem kafir mi olacagim ? bu ne acib bir isdir .

ahbas-i cevap veriyor;
dinini muhammed ibn abdul vahhab veya ibn teymiye gibilerden alirsan böyle cahil sorular sorarsin.

slf-71 diyorki;
Vallahi bu dogru degildir!.ben ne ibn teymiye rahimehullah den nede m. ibn a. vahhabdan ra. tek bir lafiz dahi buraya aktarmadim.kendimi vahhabi yada teymiyeci olarak asla isimlendirmiyorum.ben Allahin bana verdigi isimden baskasini tasimiyorum.ben müslümanim ve islama en hayirli nesil olan selefimin yani ashabin iman ettigi gibi iman etme cabasindayim.
simdi Allah icin bana cevap verin!. dediniz ki ; Allah gökte degil,yerde degil,asagida degil,yukarida degil,sagda degil,solda degil,kainatin icerisinde degil,disarisinda degil dediniz!. simdi size soruyorum Allah icin cevap verin!! Sözünüzden su ortaya cikmis oldu,ALLAH IN ZATI VAR AMMA KENDISI HIC BIR YERDE DEGIL VE HICBIR YERDE YOKTUR.simdi bu sözlerinizi kitaba ve sünnete arz edermisiniz eger iftiraci degilseniz ?.yoksaa olay sizin dediginizin tam aksimi!!;mesela islama girerek müslüman olan ve Rabbim nerede diye gayet mesru ve fitri bir düsünce icine giren ve buradan yola cikarak beni var eden,bana rizik veren ve kendisine tapmami emir eden RABBIM,ILAHIM NEREDE diye soran kisiye; yarattiginin her halinden haberdar olan ALLAH!!  kelami olan kur anda buna cevap vermis ve adres göstermis olmasin?!!.

ve

ALLAhin eli var diyenin kafir olacagini cünkü yaratilmislarinda eli var dediniz.ALLAH icin cevap veriniz.

INSANLARDA DA ILIM  YOKMU ?
INSANLARINDA YAKALAMASI YOKMU ?
INSANLARINDA GÖRMESI YOKMU ?
INSANLARINDA ISITMESI YOKMU ?

Simdi bizler insanlarinda böyle vasiflari var diye Rabbimizin isim ve sifatlarinin bir takimini inkarmi edecegiz ?? bu ne acib bir isdir!simdi biz ALLAHin ilmi var,eli var,isitmesi var,görmesi var deyince ki vaar!! ee bunlar insanlarda da var diye mücessime mi olduk ? vah vaah.dinle;
ALLAH in da ilmi,yakalamasi,görmesi ve isitmesi vardir fakat bunlar insanlarin bilmesi,görmesi ve isitmesi gibi degildir.cünkü yaratilmislarin vasiflari kisitli ve sinirlidir!.ama ALLAH her vasfinda noksansiz ve kusursuzdur.Vallahi biz sizin bize attiginiz iftiradan beriyiz!. bizler mücessime degiliz.lakin sizler kelamcisiniz.Allahin bize bilgi vermedigi hususlarda fazlaca konusuyorsunuz.bilinmeyenin pesine düsüyorsunuz.nakli aklinizin algilayabilecegi hale getirmeye calisiyorsunuz ve bu yolla naklin aslini,orjinalini bozuyorsunuz.ancak vahy ile biline bilecek birseyi akliniz ile bilme yoluna gidiyorsunuz. sizler rasulün ve ashabin iman etmedigi gibi iman ediyorsunuz.

ahbas-i diyorki; simdi su asacagim  HADİSİ ALLAH’a YAKIŞAN MANADA (tevil) AÇIKLAMAZSAN, SENİ HİÇ ZAMAN KAYBETMEDEN BANLARIM,VE SENİN ZAHİRİNE VAHABİ OLARAK HÜKÜM VERİRİM.Ebu Hureyre (r.a)’tan rivayet edilmiştir: Resululiah () şöyle buyurmaktadır:Rabbîmiz, her gece, gecenin son üçte biri kaldığında en arza inip:

Hani Bana dua eden kimse? Onun duasını kabul edeyim ! Hani Benden istek dileyen? Onun istediğini vereyim! Hani Benden bağışlanma dileyen? Onu bağışlayayım!’ buyurur. [965]

(Birinci rivayet)

Bu hadisin bu şekildeki metnin)i, Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir. Müslim’in bir rivayeti şu şekildedir:

Şüphesiz ki Allah, mühlet verir. Gecenin ilk üçte biri [966] gittiği vakit en alt semaya inip: [967]

Var mı bağışlanma dileyen! Var mı tevbe eyleyen! Var mı isteyen! Var mı dua eden!1 buyurur. (Bu durum,) tan yeri aydınlamncaya kadar (böyle devam eder).[968]

SLF-71 diyorki;
senin beni ne isimle isimlendirdigin umrumda olmaz.Benim akidem rasulun ve ashabinin durdugu yerde ve durmami istedigi yerde durmamdir.Rasul o hadisi tevil etmis mi hayir,ya ashab hayir.bana düsen bu ve buna benzer mutesabih nasslara oldugu gibi iman etmektir ve keyfiyeti hakkinda fikir yürütmemektir.

ahbas-i diyorki;
sen bulundugun yeri söyle oraya yakin mutlaka bir hocamiz vardir sayet cesaretin varsa hocalarimizla görüs:

SLF-71 cevaben;
Ben bende ilim var diye ortaya cikmis degilim ki , Lakin eger bu hususlar farzi ayn olan hususlar ise kisi sonunda kafir olabiliyor ise beni niye hocana havale ediyorsun ki ? bu hususta ki bilgilere seninde vakif olman gerekmez mi ? aksi halde sen küfürden nasil kurtulacaksin ?.

ahbas-i diyorki;
SLF-71 banlanmistir.

bu güruhun tc de faliyet gösteren int sitesinin soru cevab bölümündeki “”cocugum sordu “baslikli soru akabinde ki yazismalarimizi muhtasar olarak ve aklimda kaldiginca buraya asarak paylasdim.orjinal yazismalari banladiktan sonra sildikleri icin iktibas yapamadim.

ve

cariye hadisi ve ibn teymiye ile alakali konularda ki iftira ve cahilliklerine M-yasir kardesim ayni bölümde tam anlamiyla agizlarinin payini verdi Allah kendisinden razi olsun.ama mutaassub kisilere veya güruhlara ne fayda.

sa
__________________

 
  Moderatöre Bildir    Logged

islomboli36

Yeni Kardeş

**

Offline Offline

Mesaj Sayısı: 5

Üye ID:2411

Nerden:

 

Özel Mesaj (Offline)

 Ynt: İbn-i Teymiye’ye Yapılan Saldırılar Üzerine Notlar=>Murat Gezenler

 

 

 


       bu saldırıları ber taraf etmeye çalıştığınız için allah sizden razı olsun
 
  Moderatöre Bildir    Logged

teymii

Yeni Kardeş

**

 

Offline Offline

Cinsiyet: Bay

Mesaj Sayısı: 28

Üye ID:747

Nerden:istanbul

el-hanefii_80@hotmail.com 

E-Posta Özel Mesaj (Offline)

 Ynt: İbn-i Teymiye’ye Yapılan Saldırılar Üzerine Notlar=>Murat Gezenler

 

 

 


                 s.a
 
 hocam bilindigi gibi cehaletinde ahmaklıgında gunumuzde belirli bir sınırı yok. sizden bir ricada bulunucam. i.senocak isimli şahsın ibni teymiyye ile alakalı çarpıtmalı yazısını bura asacagım. sizden ricam bu yazının çarpıtılmış yada kapalı olan yerlerini açarak bir tenkitte bulunmanızdır. bunu imamla alakalı olarak kafaları karışan bazı arkadaşlara gonderip bu vesileyle onların gercekleri bilmesine yardımcı olucam. belki diger sorulara oranla biraz fazla vaktinizi alacak ama hocam eger ihtiyaç olmasaydı inanın bu kadar yogunlugunuz içinde sizi sıkıntıya koymazdım. yardımcı olup cevabınızı bekliyorum. şimdiden Allah razı olsun.    

   ŞENOCA
İslam düşünce tarihinde leh ve aleyhinde en fazla konuşulan isimlerin başında Takiyyuddin İbn Teymiyye (v. 728/1328) gelmektedir. 661/1263 yılında Harran’da doğan İbn Teymiyye, Hanbeli mezhebinin güçlü alimlerini içerisinde barındıran bir aileye mensuptur. Dedesi Mecdüddin İbn Teymiyye pek çok alanda eser veren bir alimdir. Babası Abdulhalim’de, Harran yöresinde etkin olan bir Hanbeli fakihidir. 

Moğolların Bağdat’ı işgal etmeleri ve Bağdat merkezli saldırılarını Harran’a kadar genişletmeleri üzerine İbn Teymiyye ailesi 667/1269 yılında Dımaşk’a göç eder. Babası başta olmak üzere bir çok hocadan ders okuyan İbn Teymiyye, 683’te Sükkeriyye Darulhadisine hoca olarak atanır. Bir yıl sonra da Emeviyye Camii’nde tefsir dersleri vermeye başlar.

Kısa zamanda şöhreti Dımaşk başta olmak üzere mücavir şehirlere de yayılan İbn Teymiyye VIII/XIV. yüzyılın başlarından itibaren kendisini ilmi ve fikri tartışmaların içerisinde bulur. Ehl-i Sünnet’in itikadi mezheplerine özellikle de Eş’ariliğe sert tenkitler yöneltir. Sıfatlar ve müteşabihat meselesinde selef-i salihinin usulünü benimsediğini iddia ederek ayet ve hadisleri zahiri anlamlarında anlar. Verdiği fetvalarla da bir çok konuda mezhepler arası icmaya muhalefet eder. 

Mevcut İslami disiplinlerin hemen tamamına itirazları olan İbn Teymiyye en sert eleştirilerini tasavvufa yöneltir. İbn Arabi’yi ve onun görüşlerini benimseyen mutasavvıfları açıkça tekfir eder. 

Çeşitli devlet adamları ve kadıların katıldığı meclislerde çok defa muhakeme edilen İbn Teymiyye Kahire’de dört kâdi’l-kudât’ın katıldığı bir mahkemede Allah Teala’yı insan suretinde algılama cürmünden dolayı Kahire kalesine hapsedilir. Ehl-i Sünnet akidesine muhalif görüşlerinden ve icmaya aykırı fetvalarından dolayı farklı zamanlarda defaatle yargılanıp hapisle cezalandırılır. 

İbn Battuta, İbn Hacer el-Heytemi, Takiyyuddin es-Sübki, Tacüddin es-Sübki, Kemaleddin İbnü’z-Zemlekâni, Şihabuddin İbn Cehbel ve Ebu Hayyan gibi muasırı olan alimler tarafından görüşleri tenkit edilen İbn Teymiyye, hakkında yazılan reddiyelerin de etkisiyle -zamanla- ilk yıllardaki itibarını kaybeder. Osmanlı’nın son dönemlerinde Hicaz’da ortaya çıkan Muhammed b. Abdulvahhab’ın başlattığı hareket, İbn Teymiyye’nin fikirlerinin yeniden canlanmasına zemin hazırlar. İbn Abdulvahhab’a nisbetle Vehhabilik olarak tanınan ve zamanla siyasi bir boyut kazanan hareket Suudi Arabistan Krallığı’nın kurulmasında da etkili olur. 

Kendisini selefiyye olarak tanımlayan “vehhabilik” hareketi zamanla Suudi Arabistan başta olmak üzere İslam coğrafyasının önemli bir bölümünde nüfuz elde eder. 

Selefilere/vahhabilere göre içtihatlarıyla İslami ilimlerin gelişmesine katkıda bulunan bir müçtehit olan İbn Teymiyye, İmam Subki başta olmak üzere Ehl-i Sünnet hassasiyetine sahip bir çok alime göre ise asırlar sonra teşbih ve tecsim akidesini canlandıran bir Haşevi’dir.

İslam düşünce tarihinde derin izler bırakan, günümüz İslami anlayışları üzerinde de belirgin etkinliği olan İbn Teymiyye’nin itikadi görüşleri sürekli tartışılır olmuştur. İslami anlayış ve yaşayışlarını onun belirlediği esas ve verdiği fetvalar üzerine bina edenler, Ona dayanarak Maturidi ve Eşari mezhebine müntesib Müslümanları “ehl-i zeyğ” olarak nitelemekten çekinmemişlerdir. Bu durum, İbn Teymiyye’nin itikadi görüşlerini ve tevhit anlayışını tahlil etmeyi gerekli kılmıştır. 

İslam’da Tevhit Tasavvuru

Bölünmeyi kabul etmeyen varlıklara “tek” denir. Allah Teala da zât, sıfat ve fiillerinde “tek”tir. İslam dini, O’nun bir olduğunu kabul etme esası üzerine ibtina etmiştir. Mümini, kafir ya da müşrikten ayran temel özellik O’nun birliğini kabul etmesi yani muvahhit olmasıdır. 

Müminler yalnız Allah Teala’ya ibadet ederek ubudiyette, eşi ve benzeri olmadığını ikrar ederek de zatında O’nun tek olduğuna iman ederler. Rabb’ı, Rabb, insanı da insan olarak algılarlar. 

Cenab-ı Hakkı’ın eşi ve benzerinin olmaması, yaratılmışlar gibi belli bir mekanda bulunmaması, yönlerle ifade edilmemesi gibi hassasiyetler zâtındaki vahdaniyetin esasını teşkil eder. 

Ehl-i Kıblenin Kırılma Noktası: Sıfatlar 

İslam’ın temelini oluşturan ibadetleri kabul etme noktasında birbirlerine yakın duran “ehl-i kıble”, Allah Teala’nın zatı ile alakalı meselelerde aynı yakın duruşu gösterememiştir. 

İslam’ın erken asırlarında başlayan müteşabihat ve Allah Teala’nın sıfatları ile alakalı tartışmalar kısa zamanda mezhepleşerek kurumsal bir statü kazanmış ve günümüze kadar devam etmiştir. 

Zaman zaman “tekfir” ifadelerinin de duyulduğu tartışma sürecinde genellikle taraflar birbirlerini dalalet ve bidat ehli olmakla itham etmişlerdir. 

Ibn Teymiyye’nin Mezhebi 

Ehl-i Sünnet akidesini benimseyen kelam alimlerinin üstün gayretleri sonucu canlılığını yitiren kelami münakaşalar, İbn Teymiyye’nin Allah Teala’nın zatıyla alakalı serdettiği görüşlerin etkisiyle yeniden alevlenmiştir.

Kendisi gibi inanmayan/düşünmeyen fırka mensuplarını “ehl-i zeyğ” olarak isimlendiren İbn Teymiyye, Allah Teala’nın zatı ile alakalı meselelerde batini, sufi (İbn Arabi çevresi), mu’tezili, eşari kelamcıları ve filozofları sert ifadelerle tenkit etmiştir. 

İbn Teymiyye’ye göre, tevhit akidesini Kur’an ve Sünnet’te var olduğu şekilde anlayanlar yalnız selef alimleridir. Bu yüzden imani meselelerde de onların görüşleri benimsenmelidir. “Selefin, Cenab-ı Hakk’a, Onun kendisini tavsif ettiği şekilde iman ettiğini” söyleyen İbn Teymiyye, isim ve sıfatlar noktasında şu ayetlerin selefi akidenin temelini oluşturduğunu ifade eder: “Allah kendisinden başka ilah olmayandır. Diridir, kayyumdur.”[1], “De ki: ‘O, Allah’tır, bir tektir. Allah Samet’tir (her şey O’na muhtaçtır, O hiçbir şeye muhtaç değildir.). Ondan çocuk olmamıştır. Kendisi de doğmamıştır. Hiçbir şey O’na denk ve benzer değildir.”[2]” [3] 

Ayet ve hadislerin Allah Teala’nın zât ve sıfatları ile alakalı ayrıntılı bilgiler verdiklerini, ayrıca temsili/teşbihi de reddettiklerini söyleyen İbn Teymiyye, savunduğu akidenin Peygamberlerden tevarüs ettiğini belirtir.[4]

Cenab-ı Hakk’ın sıfatlarını reddeden mu’tezile ile, Ona cismiyet isnat eden mücessime arasında orta yolu benimsediğini iddia eden İbn Teymiyye, mezhebini “münezzihe/tenzih eden” olarak isimlendirir. Seleften tevarüs ettiğini iddia ettiği “Münezzihe” meşrebinin çerçevesini çizerken de şunları söyler: “Selefin itikatta mezhebi, sıfatları reddetme ile Allah Teala’yı insanlara benzetme arasındaki orta yoldur. Onlar, Cenab-ı Hakk’ın zatını yaratılmışlara benzetmedikleri gibi, sıfatlarını da onların sıfatlarına benzetmemişlerdir.[5] 

Cenab-ı Hakk’ın isim ve sıfatlarını inkar edenlerle, onları yaratılmışların sıfatlarına benzeten mücessime ve müşebbihe meşrebi müntesiplerini “Allah’ın ayetlerini tahrif etmekle” itham eden İbn Teymiyye, eserlerinde Cenab-ı Hakk’a mekan isnat ederek inkar ettiği tecsim akidesini savunmuştur. 

İbn Teymiyye’nin Uç Görüşleri 

Eserlerinde açık bir şekilde müşebbihenin etkisi hissedilen İbn Teymiyye’ye göre Allah’ın kitabı, Resulü’nün sünneti, sahabe, tabiun ve müçtehit imamların eserleri direkt ya da dolaylı olarak Cenab-ı Hakk’ın her şeyin üstünde olduğunu anlatmaktadır. Şu ayetler O’nun (celle celaluhu) mekansal olarak arş ve semanın üzerinde olduğunu göstermektedirler: “Güzel sözler ancak O’na yükselir.”[6], “Ey İsa! Şüphesiz seni kabz edecek ve kendime yükselteceğim.”[7], “Göktekinin sizi yere geçirivermeyeceğinden emin mi oldunuz?”[8], “Fakat Allah Onu (İsa’yı) kendisine yükseltmiştir.”[9], “Rahman, Arş’a istiva etmiştir.”[10] 

İbn Teymiyye, “Rabbimiz, gecenin üçte biri kaldığında (keyfiyeti bize meçhul bir halde) her gece dünya semasına inerek buyurur ki ‘Bana kim dua eder ki, duasına icabet edeyim. Kim bir şey ister ki, ona dilediğini vereyim. Kim de affını talep eder ki, onu mağfiret edeyim.”[11] mealindeki hadisin de açık bir şekilde Cenab-ı Hakk’ın semada bulunduğunu ifade ettiğini söyler.[12]

Selefi salihinden hiç kimsenin Allah Teala’nın semada olduğuna itiraz etmediğini, ne Kur’an-ı Kerim, ne Sünnet, ne sahabe, ne tabiun ve ne de sonraki dönemlerde yaşayan müçtehit imamların bu gerçeğe aykırı direkt ya da dolaylı tek bir ifadelerinin olmadığını söyleyen İbn Teymiyye, onların Allah Teala’nın (mekansal olarak) semada, arşta ve her yerde olduğunu kabul ettiklerini iddia eder.[13] 

Selefin Allah Teala’yı Kur’an ve Sünnet’in ifade ettiği şekilde vasıflandırdığını, bu noktada bir değişiklik ya da inkar içerisinde olmadıklarını, sıfatların keyfiyetini açıklama ya da onları insanların sıfatlarına benzetme yoluna da sapmadıklarını söyleyen İbn Teymiyye (te’vil yoluyla) sıfatların bir kısmını inkar edenlerin Allah Teala’yı hakkıyla bilemediklerini dolayısıyla da şu ayetin muhatabı olduklarını iddia eder[14]: “Allah’ın kadrini gereği gibi bilemediler.”[15] 

Allah Teala’nın yüzü, eli ve gözü olduğunu iddia eden İbn Teymiyye[16] bu anlayışı, O’nun insana benzetilmesi (teşbih) şeklinde telakki eden Ehl-i Sünnet kelamcılarını Cenab-ı Hakk’ın ezeli sıfatlarını reddeden “muattıla” ile aynı görüşü benimsemekle itham eder.[17] 

Allah Teala’yı yaratılmışlara benzetmekten tenzih edebilmek için müteşabih ayetleri te’vil eden kelamcıları Yahudilerden daha tehlikeli gören İbn Teymiyye[18] savunduğu fikirlerin sahabe, tabiun, hadis hafızları ve Ahmed b. Hanbel’e ait olduğunu söyler.[19]

Müşebbihe ve mücessimeyi “ehl-i zeyğ” olmakla itham eden İbn Teymiyye, Allah Teala’nın semada arş üzerinde oturduğunu söyleyerek Ehl-i Sünnet kelamcılarından ayrılır ve tenkit ettiği mücessime ile aynı akideyi paylaşır. 

İbn Teymiyye’nin Allah Teala’ya isnat ettiği el ve yüz gibi uzuvların keyfiyetlerinin insanlar tarafından bilinmediklerini söylemesi, kendisini teşbihten kurtarmaz. Zira müşebbihe ekolüne müntesip olanlar da Cenab-ı Hakk’a isnat ettikleri uzuvların keyfiyetlerini bilmediklerini söylemektedirler. 

Müteşabih ayetleri zahiri anlamlarında tefsir eden İbn Teymiyye’nin benimsediği tefsir usulünün seleften tevarüs ettiğini söylemesi de iddiadan öte bir anlam ifade etmemektedir. Zira Malik b. Enes, Mukatil b. Süleyman, Davud b. Ali el-Isfehani ve Ahmed b. Hanbel’in de aralarında yer aldığı selef alimleri Allah Teala’nın yaratılmışlardan hiçbir şeye benzemediğini söylemektedirler. Aşağıdaki açıklama İbn Teymiyye’nin görüşlerine ittiba ettiğini söylediği selef alimlerinin teşbih noktasında ne derece tavizsiz olduklarını göstermektedir: “Bir kişi ‘Ey İblis! Ellerimle (kudretimle) yarattığıma saygı ile eğilmekten seni ne alıkoyuyordu?”[20] ayetini okurken elini hareket ettirse ve bu hareketiyle Allah Teala’nın elinin olduğunu ima etse, o adamın elini kesmek gerekir.”[21] 

Selef, Allah Teala’nın kudretine işaret eden “el” kelimesinin okunduğu sırada karinin parmaklarını oynatmasını dahi doğru kabul etmezken, Cenab-ı Hak’a el, ayak gibi uzuvlar isnat eden İbn Teymiyye’nin Onlarla aynı esasları kabul ettiğini söylemesi güvenilirliğini yaralamaktadır. 

Müfessirler ve İbn Teymiyye

Müteşabihat ve sıfatlarla alakalı görüşünün selefe ait olduğunda ısrar eden İbn Teymiyye, okuduğu yüzden fazla tefsirin hiçbirisinde sahabenin sıfatlarla ilgili ayet ve hadisleri zahiri anlamlarının dışında bir mana ile te’vil ettiklerini görmediğini söyler.[22] 

İbn Teymiyye’nin bu beyanı selefe ait tefsirler içerisinde en güvenilir olduğunu söylediği Taberi’nin nakilleri ile çelişmektedir.[23] Nitekim Taberi, -İbn Teymiyye’nin sıfatlarla alakalı ayetlerin en önemlisi olarak gördüğü- “ayetü’l-kürsi”deki “O’nun -celle celalühü- kürsüsü (ilmi) bütün yerleri ve gökleri kaplayıp kuşatmıştır.”[24] kısmını tefsir ederken İbn Abbas’a -radiyallahu anhuma- isnat ettiği bir rivayette kürsü kelimesinin “ilim” olarak te’vil edildiğini nakletmektedir.[25] Halbuki İbn Teymiyye “kürsü” kelimesini -haşa- Allah Teala’nın üzerinde oturduğu bir mekan olarak anlamaktadır. 

“Tercümanü’l-Kur’an” diye şöhret bulan İbn Abbas’ın müteşabihattan olan “kürsü” kelimesini, “ilim” olarak te’vil etmesi, İbn Teymiyye’nin ilk dönem müfessirleri ile alakalı genellemesinin gerçeğe aykırı olduğunu göstermektedir. 

Firavun Örneği 

Allah Tela’nın “yüce/el-Aliyy”[26] olmasını mekansal olarak semada bulunmak şeklinde anlayan İbn Teymiyye, Kur’an-ı Kerim’de zikredilen Firavun’a ait şu sözü iddiasına delil olarak kullanır: “Firavun dedi ki: ‘Ey Haman! Bana yüksek bir kule yap, belki yollara, göklerin yollarına erişirim de Musa’nın ilahını görürüm(!) Çünkü ben, Onun yalancı olduğuna inanıyorum.’ Böylece Firavun’a yaptığı iş kötü gösterildi ve doğru yoldan saptırıldı.”[27]

İbn Teymiyye’nin ayetten Firavun’un Allah Teala’nın -haşa- göklerde olduğunu Musa -aleyhisselam-dan öğrendiği sonucunu çıkarması gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Çünkü ne ayet ne de hadislerde buna işaret eden bir kanıt vardır. Muhal farz, Musa -aleyhisselam- böyle bir şey söylemiş olsa dahi Onu yalancı olarak gören[28] Firavun’un, Hz. Musa’nın sözüne itimat etmesi düşünülemez. Ayrıca Firavun Musa -aleyhisselam-ın sözüne göre amel etseydi öncelikli olarak Allah Teala’ya iman etmiş olurdu.

Nüzul Hadisi

Allah Teala’nın semada karar kıldığını savunan İbn Teymiyye’nin delil olarak kullandığı “nüzul hadisi” hakkında Buhari Şarihi Ayni şunları söylemektedir: “Bu hadis ile alakalı dört farklı kanaat oluşmuştur. Bir grup, bu hadise dayanarak Allah Teala’ya yön isnat etmiş, Mu’tezile bu bapta rivayet edilen hadisleri inkar etmiş, başka bir grup tahrif sayılabilecek ölçüde te’villerde bulunmuş, meşhur dört mezhep imamının da aralarında yer aldığı cumhur ise hadisi kabul etmekle beraber şerh ederken Cenab-ı Hakk’ı kullara benzemekten tenzih etmiştir. 

Ehl-i Sünnet kelamcıları Allah Teala’yı, “yüksek bir yerden daha alçak bir yere intikal etmek”[29] anlamına gelen “nüzul” kelimesinin zahiri anlamıyla ilişkilendirmekten sakınmışlardır. Zira hareket, durmak ve intikal gibi fiiller bir yerden ayrılıp başka bir yerde bulunmak anlamına gelir.[30] İnsanlarda görülen ve bir yerde olunduğu bir anda başka bir yerde olamamayı gerektiren bu durumların Cenab-ı Hakk’a isnat edilmesi Kur’an ve Sünnet’e aykırıdır. Zira ayetler Onun insanlara benzemesini açıkça nefyetmiştir: “Onun benzeri hiçbir şey yoktur.”[31], “Allah Samed’dir.(Her şey Ona muhtaçtır, O hiçbir şeye muhtaç değildir.)”[32] Buna göre “nüzul” kelimesine zahir anlamı verildiğinde hadis, Kur’an-ı Kerim’le çelişecektir. Sahih bir hadis için böyle bir durum söz konusu olmayacağına göre “nüzul” kelimesi mecaz anlam çerçevesinde anlaşılmalıdır. 

Şarih Ayni, “nüzul” kelimesinin zahir ve mecaz olarak 5 farklı anlamının olduğunu, Kur’an-ı Kerim ve Arap dilinde hepsinin de kullanıldığını ancak hadis bağlamında düşünüldüğünde en uygun anlamın “Allah Teala’nın rahmetini kullarına yöneltmesi”[33] şeklinde olacağını söylemektedir.[34]

Ayrıca hadisin zahir anlamda anlaşılması coğrafi gerçeklerle de çelişmektedir. Çünkü bir bölgede zaman, gecenin son üçte birine ulaştığında başka bir yerde gündüz vaktidir. Bütün yeryüzü için düşünüldüğünde “gecenin son üçte birleri” 24 saati kaplamaktadır. Bu durumda, “istiva” ve “semada bulunma” kelimelerini zahir anlamlarında kabul eden İbn Teymiyye’nin, Allah Teala’ya hangi zamanı tahsis ettiği problemi ortaya çıkmaktadır. Ayet ve hadislerde bir tahsis söz konusu olmadığına göre, bunu yapacak kişi İbn Teymiyye olacaktır. Sınırlı kudrete sahip olan insanın, Allah Teala’yı belli bir zamanla sınırlaması, sınırsız gücün üzerinde tasarruf iddia etmesi anlamına gelecektir. Bu ise, tevhit akidesi açısından bakıldığında tehlikeli bir durumdur

 
  Moderatöre Bildir    Logged

teymii’in Imzasi

 

 

 


   

Biz kıyamet gunu için adalet terazileri koyarızda hiç bir nefis hiç bir şekilde zulme ugramaz,velev ki bir hardal tanesi agırlında bile olsa onu getirir ortaya koyarız, hesap gorucu olarak biz yeteriz. (ayet meali)

Ebu Yusuf

Yeni Kardeş

**

Offline Offline

Mesaj Sayısı: 7

Üye ID:4244

Nerden:

 

E-Posta Özel Mesaj (Offline)

 Ynt: İbn-i Teymiye’ye Yapılan Saldırılar Üzerine Notlar=>Murat Gezenler

 

 

 


ALLAH Razı Olsun,Değerli Bilgileri Paylaştığınız İçin…
 
  Moderatöre Bildir    Logged

 

 

 

 

 

 


Bera’atü’l-Eş’ariyyin min Akaidi’l-Muhâlifin, s.410.

 

 

 

Fethul Bari, 9/473

Mecmuul Fetava, 1/153, 1/438, ve 4/105.

Fethul Bari, 11/268

Fethul Bari, 15/76.

Fethul Bari, 14/361.

Fethul Bari, 15/78.

Fethul Bari, 18/265

Yorum bırakın